Tiyamin (B1 vitamini: thiamine:C12H18N4OSCl2) eksikliğinde yorgunluk, depresyon, zihin bulanıklığı, fiziksel koordinasyonda bozukluk, iştah azalması, sindirim bozukluğu, başağrısı, sinir ve dolaşım sistemi hastalıkları, kas krampları, ödem gibi sorunlar baş gösterir.



31 Ekim 2010 Pazar

bir ceset daha :(

çok mu boş boğazım ne!
önceki yazımın sonunda yazmaz olaydım o satırları.
ya ama neden yaaa:(
katil zanlısının çöpçü olduğunu düşünmeye başladım, zira çingene de sizlere ömür.
halbuki Karabük'ten akvaryum kumu da almıştım. nasipte o kuma gömmek varmış çingenem seni :(
akvaryum hobim başlamadan söndü ama ya :(

28 Ekim 2010 Perşembe

Carassius auratus'un kavanozumdaki 20 saatlik ömrü


herşey laboratuvar temizliği sırasında tam teşekküllü bir akvaryum bulmamla başladı. "Kocaman bir akvaryumda başta nemo kılıklı, turuncu beyaz desenli balıklar ve pörtlek gözlü akrabalarını sersem sersem yüzerken saatlerce seyretme" hayalim için güzel bir başlangıç olacağını düşündüm. yüzme becerilerini sersem zarfıyla nitelemek kıskançça bir davranış oldu belki, ama benim de yüzgeçlerim olsa, en az onlar kadar başarılı olabilirim heralde:)
neyse, öğrencilerin de verdiği gazla şehre inen(!) arkadaşlara balık siparişi verdim. pek anlamadığım için, "ucuzundan bi iki tane" olarak açıklama yaptım. dün poşette gelen 3 adet balıkcığı pazartesi okuldaki akvaryuma kavuşturana dek kavanozda besleme düşüncem bir gün bile sürmedi :(

kelebeklerin 1 gün ömrü olduğu söylenir hep ama geçen haftalarda odama yerleşen kelebekten kira alacaktım artık, nerdeyse 1 hafta boyunca o duvar senin bu duvar benim yapıştı durdu sağa sola. Ama yazık, yavrum turuncu güzel kuyruklu japonum balığımı daha isim vermeden yan yatmış kavanozun dibinde buldum akşam :(

Küçükken abimin vardı, hep ölür dururlardı, yemleri de iğrenç kokardı, o günlere geri döndüm:)uzman tv izliyorum psikopatça tıklamadığım video kalmadı."AKVARİST"lik diye bir meslek olduğunu öğrendim, şu an benim yaptığım şey de "hobi balıkçılığı" olarak nitelendiriliyomuş. açlıktan ölmezlermiş, fazla yemden ölebilirlermiş, sanırım 1 günde 2 kez yem vermek ağır geldi :)otopsi yapmadım henüz plastik bardağa koyup buzdolabında saklıyorum naaşını, resmi tatildeyim, nasipse pazartesi artık :)neyse, birbirimize fazla alışmamıştık, daha çok üzülürdüm yoksa, vadesi dolmuş ne yapalım:(

evde beslemeye en uygun hayvan, sessiz sakin, çok seviyorum izlemeyi ama ben hastanedekiler gibi kocaman olanlardan istiyorum. Eğer şu miniklerle başedebilirsem işi büyütcem sonra:) balık çiftliği kurcam, ızgara alabalık :D

Akvaryumun suyu nasıl değiştirilir?
Hangi süs balıklarına aynı akvaryumda bakılabilir?
Hangi balıklar akvaryumda birlikte yaşayamaz?
Akvaryuma ne tür su konur?
Akvaryumun filtresi nasıl temizlenir?
Japon balığına nasıl bakılır?
Lepistes balığının özellikleri nelerdir?
Akvaryumlarda mutlaka çöpçü balığı olmalı mı?

daha pek çok şey öğrendim... bi tane de çöpçü almışlar, istememiştim ama, o da ölecek gibi, tuhaf davranıyo. stres en büyük düşmanıymış bunların, ölü balıkla yaklaşık 3-4 saat aynı kavanozda kalmak depresyona sokmuş olabilir kendisini. bi de kavanoz değiştirirken travma geçirdi sanki. zor işmiş azizim, evcil hayvan deyip geçmemek lazım, psikolojisini bile düşünmek gerekiyomuş hayvanın..
çöpçüye de çöpçü dememek gerekiyomuş, yani pis işler çevirmiyomuş, dipteki yemleri yediği için öyle deniyormuş, yoksa en az bir ciklet kadar bir lepistes kadar asil kendisi, çok küçük gerçi ama bıyıkları dudakları falan pek haşmetli olacak büyüyünce. Büyürse tabi inşallah, sağ kalır da..
neyse bir adet çingene ve bir adet de çöpçü var hala hareketli görünüyor şu anda. henüz tam emin değilim gerçi çingene japon mu yoksa yalnızca çingene mi ne deniyo??üzeri benekli falan kimle kimin kırması bilmiyorum. Yoksa bi çingenelik yapıp japonu o mu öldürdü acaba? Allahımmm pazar günü döndüğümde ya evde bi cesetle daha karşılşırsam???
lepistes alacam ya bunlar da ölürse, daha şık kuyrukları var, canlı doğuruyolarmış hem, özel hayatları da daha renkliymiş bunların,akvaryum şenlensin nüfus artsın..

27 Ekim 2010 Çarşamba

Gör(ün)düğünü görüyor musun?‏

Kaçırma gözlerini kendi gözlerinden! Bakışlarını umursamaz bir boşluk arıyorsan, boşuna... Aynaların hepsi gözlerine tutulmuş... Bakışların en güzeli senin gözlerine dikili. Görmelerin en özeli senin gözlerine göz koymuş, unutma...

Gözlerinin değdiği her yüz(ey)de, senden önce O'nun bakışı var. Senin kendi gözlerini görüşün, O'nun senin gözsüzlüğünü görüşünden çok sonra... Senin kendini görmen için bile var olman gerekirken, O seni görmek için var olmanı şart koşmadı. Seni yokluğunda gördü, senin yokluğunu gördü de görür eyledi, görünür eyledi.

O görmemiş olsaydı görmen gerektiğini, gördüm diye sevdiklerin karanlıkta kalırdı. O görmemiş olsaydı görünmediğini, göründüm diye sevindiklerin yabancı kalırdı.

Gözlerini O'nun bakışından kaçırdığını sanıyorsan, kirli bir aldanış bandajıyla kör ediyorsun kendini. Bakışını hesap sorulmaz sanıp da, hesapsızca bakıyorsan, kendi kendini hiç bulamayacağın talihsiz bir körebe oyunundasın...

Kaçamak bakışlarla avladığın güzellere, senden önce O bakıyor. Nasıl olur da, zaten O'nun var ettiği yüzlere, O'na rağmen, O'ndan habersiz bakıyor olabilirsin? Kendi güzelliklerini ve zindeliklerini sergileyerek var olduğunu sanan edep yoksunları, yokluklarına acındığı için var edildiklerini nasıl görmezden gelirler? Güzel görünmelerine güvenip O'nun gördüğünü görmezden gelen "frikik verme" ustaları ve beden simsarları, kimseler görmezken de, herkesin gözü önündeyken de, herkesin gözünden yittiğinde de kendilerini göreni nasıl bilmezler?

Bir yere gizleneceğini sanma sakın! O'nun görmesini görmemek için baktığın her yüzde O'nun eşsiz görüşü var... O görmese nasıl güzel olurdu güzeller, nasıl güzel görürdü gözler, nasıl güzel görünürdü görünenler..

Haince kaydırdığın bakışlarının pervazında O'nun bakışı nöbet tutuyor. Hayır, hayır... Kırma aynaları boş yere; baktığın her yerde O'na görünen gözlerin önce sana hesap soruyor.

Baktıklarına bak yeniden... Kendi gözlerinin içine bak bir daha...

Görmek ümidiyle yolunu gözlediğin her şey, ancak sana görünür hale gelince değdi gözüne... Gözlerini sana göz göre göre veren, hem gözsüzlüğünü gördü, hem gözsüzlüğünü göremediğini gördü. Gözlerinin göreceklerini gözlerin görmeden önce gördü de gözlerinin önüne koydu. Yoksa, ne ışığa değerdi gözlerin ne de ışık görmene değer güzellere değerdi. Sadece gözlerin değil, ışık bile kör kalırdı; O görmeseydi gözlerin görmediğini.

Hâlâ her şeyi retina dediğin ışığa ve renge duyarlı tabaka sayesinde gördüğün iddiasında mısın?

Işığa duyarlı o yüzeyler sebep sadece... Bahane... O dilerse, gözsüz de görürsün güzelleri: Hiç rüya görmedin mi? O dilerse, ne kadar "açık göz" olsan da, göremezsin güzelliği: Gülleri tekmeleyenleri görmedin mi?

O istemedikçe, gözden hiç kaçmayacakları bile göremezsin!

Peki, kimselere görünmeden yapıp ettiklerinle başlattığın körebe oyununu kazanma ısrarın sürüyor mu hâlâ?

İyi bak gözlerinin içine...

Senin retinan kimsenin retinasına benzemiyor. Biriciksin gözlerinle. Herkesin gözüne değen ışık senin gözüne bambaşka bir açıyla değiyor. Başka görenler gibi değilsin, asla! Demek ki, senin gözünün içine kimsenin gözünün içine bakmadığı gibi bakmış. Sadece bakmış mı? Hâlâ bakmakta. Retinan her an o biricikliğiyle orada. Gözünün bile kör olduğu yerde. Sadece O'nun her an baktığı yerde. Farkında mısın, O şimdi gözlerinin içine yeni/den bakmakta? Sen gözlerini kapatsan da, O gözlerinden bakışını ayırmamakta...
Kimseye göstermeden yaptıklarının kimsesiz kaldıklarına emin misin?

Elindeki kudret sandığın kibir zırhını delecek bir bakışın kâinatta peşin sıra dolaşmadığına nasıl bu kadar güven duyabilirsin?

Seni kimse görmeyi bile aklına getirmezken, seni görmeyi ve göstermeyi uygun bulan Efendinin huzuruna yüzün yerde çıkmaya utanmayacak mısın?

Aklınla bulamadıklarını vahyin sana emanet ettikleriyle bulmaktan uzak durmaya daha ne kadar devam edeceksin?

Boşuna gizlenmeye kalkma... gözleniyorsun!

Gözlerin açık adresidir O'nun görmesinin...

"Gözler onu görmez; O gözleri görür...." [En'am, 103]

Sakın unutma

(İrfan Gürkan Çelebi'ye teşekkürlerimle...)

Senai Demirci


adaşım Ayşegül'e her hafta gönderdiği birbirinden güzel mailler için çok teşekkür ediyorum ben de...

15 Ekim 2010 Cuma

Cumhurbaşkanı Gül Karabük'te

http://bit.ly/ckNerv

twitter mesajlarını hiç aksatmayan sayın "cbabdullahgul" memleketime gitmiş,
"Ayşe Gül de Karabük'te" olsa haber değeri taşımazdı ama bileydim ben de giderdim :)

12 Ekim 2010 Salı

tuhaf!

bu gün hava da güzeldi; ama öğrencilerim "ters" olduğumu söyledi nedense. aslında "farklı" demekti sanırım niyetleri, ama kelime dağarcıklarından çıkamadı.


"birine mi kızdım?"- "hayır"
"birine kötü mü davrandım?"- "hayır"
"birine ters mi baktım?"- "hayır"
"e niye öyle dediniz ki?"- "yüzünüz asık, gülümsemiyorsunuz hiç bugün hocam"


sürekli sevgi kelebeği gibi dolaşmanın zararları. hemen anlıyorlar bir tuhaflık olduğunu, hatta bana inanmayıp başka öğretmenlere soruyorlar (mış) :)


dün akşamdan kalan bir mutsuzluk hali geçmedi gitti.. ağız-kulak arası mesafem yok denecek kadar azdı oysa bi kaç gün öncesinde...
düşünmek de istemiyorum,
üzülmek de..
yaşayıp göreceğiz, her şey olacağına varacak, ben kafama taktığım, suratım asık dolaştığımla kalacağım bi kaç gün..
mutlu olmayacağımı bile bile denemek istemiyorum.
ama mutlu olmayacağımı nasıl biliyorum?!?
ah ne yapsam, işte onu kesinlikle bilmiyorum!

10 Ekim 2010 Pazar

10/10/10

Simetrik tarih takıntılı bir insan olan ben, tabi ki bugün burdayım!
aslında tarih ve saati rezerve edip, gecikmeli yazıyorum çoğu zaman yaptığım gibi.
Bugün nikah memurları fazla mesai yapmışlar. E hatun kişiler haklı, en azından böyle bir tarih olursa "unutmaz" belki evlilik yıldönümünü diye bir umut taşıyorlar. Erkeklerin tarih konusunda bir gayret içinde olduklarını hiç sanmıyorum. Bir gün sonrasında tv'deki bu haber karşısında arkadaşlarla sohbetimiz pek etkili oldu bu sanıda.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25139064/

güzel bir gündü, öğleden sonrasından itibaren, (drink drink drink-walk walk walk-talk talk talk) kayda bu blogda değmez, ama geçen yılın en popüler tarihli 09.09.09'una göre daha mutlu bir gün!

13.13.13'ü bekleyeceğim ben :))

9 Ekim 2010 Cumartesi

bu gün burda cumartesi

FD'nin eski şarkılarını daha çok seviyorum.
bunu mesela:

http://fizy.com/#s/1lxcys

başından sonuna dek çok vurucu söz öbeklerini duyduğunuz anda, gülüp eğleniyor olsanız bile, hüzün yağdırmaya başlar üzerinize. kendisi yazmıştır FD.


daha en başında "bakışların gittiğin yerden uzak, yoksa gelirdim" benzetmesiyle devamında içinizi damla damla yakacağını hissettirir.

"bu gün orda da cumartesi mi, sen de beni, benim kadar özledin mi?"

ne güzel sözlerdir bunlar yahu! giriş, gelişme, sonuç... bütünüyle film tadında fevkalade bir şarkıdır ben bildim bileli. taa sanırım lise yıllarımdan beri. Ayrıca, kanaatimce bu albümdeki (bknz: alev alev, nadas, ..) hissiyat diğerlerine göre daha ağırdır.

bir de "ayrılık bu söyle sendeeee" diye başlayan kısımda çok hoş, çok farklı bir "farklı" deyişi vardır hep dikkatimi çeken.

çok uzatmamıştır şarkıyı FD, öyle defalarca tekrar eden nakaratlar yoktur. girişteki introyu da geçecek olursak nerdeyse 2,30 dk'da anlatmıştır demek istediğini. tebrik etmek gerekir, kimi yıllarca, sayfalarca anlatamazken...


finalinde "gülme incinirim" der, perde kapanır, mesajını iletmiştir ve noktayı koyar. Daha ne desin!

öyle içimden geldi bu gün sabah sabah bu şarkıyı dinleyesim geldi, hala da dinliyorum...

5 Ekim 2010 Salı

frozen registration :)

ingilizce dünyasına yeni kavram getirdim, aferin bana :D
ne düşük bir donma noktasıysa artık! ama çok şükür ki, dilediğim gibi oldu.
şimdiiiiiii, en önemli aşamaya geldik, yani hep göz ardı ettiğim kısım: "Ankara'ya gidiş!"
aklıma kötü kötü şeyler geliyor,
çok kalmıyor, biraz oyalanıyor sonra da gidiyor zaten.
göze alamıyorum, aman boşver diyorum bazen.
bu gün öğrencim içinde bulunduğum, ya da bulunmayı tasavvur etmeye çalıştığım durumu öyle bir imalı (bence) dile getirdi ki!
cep telefonumda çalan Nil'in şarkısının yarım haliyle dillendirişine gülsem mi ağlasam mı bilemedim.
bir tanesini başarsam, daha mutlu olmaz mıyım?
acelem yok, bekliyorum!