Tiyamin (B1 vitamini: thiamine:C12H18N4OSCl2) eksikliğinde yorgunluk, depresyon, zihin bulanıklığı, fiziksel koordinasyonda bozukluk, iştah azalması, sindirim bozukluğu, başağrısı, sinir ve dolaşım sistemi hastalıkları, kas krampları, ödem gibi sorunlar baş gösterir.



29 Aralık 2010 Çarşamba

Vega - Serzeniste

nostaljim geldi haftasonu, özlemişim bu şarkıları.
sakinleştirilmeye ihtiyacım var galiba ..

12 Aralık 2010 Pazar

gerçekleşmeyen kar tatili :(

sevincim kursağımda kaldı. Gerçi bunun için önce kursak sahibi olmak lazım sanırım, o da kuşlarda vardı en son, darwin amcaya göre bizde körelmiştir heralde. her neyse yağmayan kar nedeniyle okullar tatil olmadı:(
http://www.ntvmsnbc.com/id/25159485/

heeey hey anadolu ajansı yalan haber geçme, ntvmsnbc sen de yayınlama!
hidayet bey : " yarın eğitim-öğretim normal seyrinde devam edecektir"
işte o kadar! hido ne derse o :)

of çok zamandır yazamadım! ama tarihleri rezerve edecek vakit buldum en azından;)

30 Kasım 2010 Salı

“Ne gül sevmek kolay; ne de gül olmak”

Bülbül olmayı seçtiysen, bir ömür yanacaksın;
gül olmayı seçtiysen, bir ömür solacaksın.

28 Kasım 2010 Pazar

"DOLLS"


film başlarken ne olduğunu anlayamıyorsunuz. Japon kıyafetleri giydirilmiş kuklalar ve onları oynatan koca koca adamlar, bana pek anlamlı gelmeyen şiirsel sözleri veya maniyi, bilemiyorum artık japon kültüründe nasıl adlandırılıyorsa, seslendiren kulak tırmalayıcı bir ses...

ama sonra...


sonrasında masalsı görüntüler eşliğinde masalsı bir aşk hikayesi, hatta hikayeleri...

Hollywood filmleri aksine tek bir öpüşme sahnesi bile içermeyen, "aşk film böyle olur" dedirten bir japon yapıtı.

Ağır bir tempoda ilerliyor, belki sıkıcı gelebilir, bu nedenle izlemek için yalnız ve uygun ruh hali içinde olmak gerekiyor sanırım, hafif melankolik...

yalnız izlenmeli, çünkü gözyaşlarını tutmak istemiyor insan. Bazen tebessüm etseniz de film sonunda özellikle çok çok kısa bir sahne tekrar dolduruyor gözleri.

Aşkın yarattığı mutsuzluğa rağmen nasıl bir umut ve sabır var ettiğini, "fedakarlık" kelimesinin neyle eş anlamlı olduğunu anlamaya çabalıyorsunuz film boyunca, ancak öyle akıl almaz ki...

26 Kasım 2010 Cuma

bir damla gözlerimde

sertab erener'in "bir damla gözlerimde" şarkısı takıldı bi iki gündür. araştırma sonucu cover olduğunu öğrendim sempatim azaldı; ancak fransızcam olmasa da, online çeviri de pek sağlıklı olmasa da, Türkçe sözleri müzikle daha duygulu,uyumlu geldi hele de Sertab'ın sesiyle...

"belki yanlış yoldayız
kaybolduk kaybolduk gizleyince kendimizde yorulduk
her hatada telafi gerekli değilmi
bizi durduran gurur mu kibir mi

öyle çok şey varki içimde
hep sustuk konuşmak yerine
konuşmadığımız her ne varsa
seninle sakladım gözlerimde

ne olur sende fazla üzülme
hep kendi kendine yenilme
konuşmadığımız her ne varsa seninle
bir damla gözlerimde"

farklı ruh halleri arasında köşe kapmaca oynadığım bir haftayı kapattım. ne tuhaf cumartesi pazarı hafta dışı bir yere koymak. Özel bir yer mi ayırıyorum bu 48 saate zaman mefhumumda yoksa diğer beş kardeşinin aksine günden mi saymıyorum emin değilim, ama ailenin en küçük, bu ara daha çok sevilen, bazen kıymetleri daha da artan iki üyesi onlar...

bayram tatili sonrası okula adaptasyon sürecimi, öğretmenler günü programına hazırlık çalışmalarıyla; çiçeklerimle, hediyelerimle, pek beğenilen konserimizle:), biraz buruk, heyecan ve coşkulu bir çarşamba günü, ardından ilköğretimde duygu dolu perşembe günü ve sabaha kadar hazırlamaya uğraştığım dört ayrı sınavı da bu gün uygulayarak tamamlamış oldum.

ilköğretimde geçirdiğim vakit öyle kıymetli geliyor ki, zaman kısıtlı olunca. 2 ay kaldı, bencilce olacak ama keşke diyorum uzun dönem askerlik çıksaymış... 24 kasım değil de 25 kasım daha duygu dolu oldu aldığım mektupla. ne çok ihtiyacım varmış böylesine masum sevgilere...

21 Kasım 2010 Pazar

kırgınım, saçılmış bir nar gibi

"kırgınım, saçılmış bir nar gibi,
sessiz akan bir ırmağım gecede.
söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım"



BİR EFLATUN ÖLÜM

kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim

sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım

git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım

ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.

aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.

söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım

belki
sararmış
eski resimlerde kalırım

belki esmer bir çocuğun dilinde.

bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti

değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.

aynı gökyüzü aynı keder...

9 Kasım 2010 Salı

meleklerin sözü var!

gecenin bir vakti ve ben hala işlerimi bitiremedim, yatıp uyuyamadım:( bir yandan radyo çalıyor internetten tabi ki, yoksa burda hangi frekans çeker ki!
dinlediğim şarkı blog yazma dürtüsüne sebep oldu, just like heaven misali pozitif hisler uyandırıyor bende.

dünya üzemez beni, ölüm korkutabilir mi?
sen olmadan bu kalp hissedebilir mi?
güneş batmış, bana ne?!
ellerin yok, kime ne?!
yerine koyamadım,
razı olamadım sensizliğe

31 Ekim 2010 Pazar

bir ceset daha :(

çok mu boş boğazım ne!
önceki yazımın sonunda yazmaz olaydım o satırları.
ya ama neden yaaa:(
katil zanlısının çöpçü olduğunu düşünmeye başladım, zira çingene de sizlere ömür.
halbuki Karabük'ten akvaryum kumu da almıştım. nasipte o kuma gömmek varmış çingenem seni :(
akvaryum hobim başlamadan söndü ama ya :(

28 Ekim 2010 Perşembe

Carassius auratus'un kavanozumdaki 20 saatlik ömrü


herşey laboratuvar temizliği sırasında tam teşekküllü bir akvaryum bulmamla başladı. "Kocaman bir akvaryumda başta nemo kılıklı, turuncu beyaz desenli balıklar ve pörtlek gözlü akrabalarını sersem sersem yüzerken saatlerce seyretme" hayalim için güzel bir başlangıç olacağını düşündüm. yüzme becerilerini sersem zarfıyla nitelemek kıskançça bir davranış oldu belki, ama benim de yüzgeçlerim olsa, en az onlar kadar başarılı olabilirim heralde:)
neyse, öğrencilerin de verdiği gazla şehre inen(!) arkadaşlara balık siparişi verdim. pek anlamadığım için, "ucuzundan bi iki tane" olarak açıklama yaptım. dün poşette gelen 3 adet balıkcığı pazartesi okuldaki akvaryuma kavuşturana dek kavanozda besleme düşüncem bir gün bile sürmedi :(

kelebeklerin 1 gün ömrü olduğu söylenir hep ama geçen haftalarda odama yerleşen kelebekten kira alacaktım artık, nerdeyse 1 hafta boyunca o duvar senin bu duvar benim yapıştı durdu sağa sola. Ama yazık, yavrum turuncu güzel kuyruklu japonum balığımı daha isim vermeden yan yatmış kavanozun dibinde buldum akşam :(

Küçükken abimin vardı, hep ölür dururlardı, yemleri de iğrenç kokardı, o günlere geri döndüm:)uzman tv izliyorum psikopatça tıklamadığım video kalmadı."AKVARİST"lik diye bir meslek olduğunu öğrendim, şu an benim yaptığım şey de "hobi balıkçılığı" olarak nitelendiriliyomuş. açlıktan ölmezlermiş, fazla yemden ölebilirlermiş, sanırım 1 günde 2 kez yem vermek ağır geldi :)otopsi yapmadım henüz plastik bardağa koyup buzdolabında saklıyorum naaşını, resmi tatildeyim, nasipse pazartesi artık :)neyse, birbirimize fazla alışmamıştık, daha çok üzülürdüm yoksa, vadesi dolmuş ne yapalım:(

evde beslemeye en uygun hayvan, sessiz sakin, çok seviyorum izlemeyi ama ben hastanedekiler gibi kocaman olanlardan istiyorum. Eğer şu miniklerle başedebilirsem işi büyütcem sonra:) balık çiftliği kurcam, ızgara alabalık :D

Akvaryumun suyu nasıl değiştirilir?
Hangi süs balıklarına aynı akvaryumda bakılabilir?
Hangi balıklar akvaryumda birlikte yaşayamaz?
Akvaryuma ne tür su konur?
Akvaryumun filtresi nasıl temizlenir?
Japon balığına nasıl bakılır?
Lepistes balığının özellikleri nelerdir?
Akvaryumlarda mutlaka çöpçü balığı olmalı mı?

daha pek çok şey öğrendim... bi tane de çöpçü almışlar, istememiştim ama, o da ölecek gibi, tuhaf davranıyo. stres en büyük düşmanıymış bunların, ölü balıkla yaklaşık 3-4 saat aynı kavanozda kalmak depresyona sokmuş olabilir kendisini. bi de kavanoz değiştirirken travma geçirdi sanki. zor işmiş azizim, evcil hayvan deyip geçmemek lazım, psikolojisini bile düşünmek gerekiyomuş hayvanın..
çöpçüye de çöpçü dememek gerekiyomuş, yani pis işler çevirmiyomuş, dipteki yemleri yediği için öyle deniyormuş, yoksa en az bir ciklet kadar bir lepistes kadar asil kendisi, çok küçük gerçi ama bıyıkları dudakları falan pek haşmetli olacak büyüyünce. Büyürse tabi inşallah, sağ kalır da..
neyse bir adet çingene ve bir adet de çöpçü var hala hareketli görünüyor şu anda. henüz tam emin değilim gerçi çingene japon mu yoksa yalnızca çingene mi ne deniyo??üzeri benekli falan kimle kimin kırması bilmiyorum. Yoksa bi çingenelik yapıp japonu o mu öldürdü acaba? Allahımmm pazar günü döndüğümde ya evde bi cesetle daha karşılşırsam???
lepistes alacam ya bunlar da ölürse, daha şık kuyrukları var, canlı doğuruyolarmış hem, özel hayatları da daha renkliymiş bunların,akvaryum şenlensin nüfus artsın..

27 Ekim 2010 Çarşamba

Gör(ün)düğünü görüyor musun?‏

Kaçırma gözlerini kendi gözlerinden! Bakışlarını umursamaz bir boşluk arıyorsan, boşuna... Aynaların hepsi gözlerine tutulmuş... Bakışların en güzeli senin gözlerine dikili. Görmelerin en özeli senin gözlerine göz koymuş, unutma...

Gözlerinin değdiği her yüz(ey)de, senden önce O'nun bakışı var. Senin kendi gözlerini görüşün, O'nun senin gözsüzlüğünü görüşünden çok sonra... Senin kendini görmen için bile var olman gerekirken, O seni görmek için var olmanı şart koşmadı. Seni yokluğunda gördü, senin yokluğunu gördü de görür eyledi, görünür eyledi.

O görmemiş olsaydı görmen gerektiğini, gördüm diye sevdiklerin karanlıkta kalırdı. O görmemiş olsaydı görünmediğini, göründüm diye sevindiklerin yabancı kalırdı.

Gözlerini O'nun bakışından kaçırdığını sanıyorsan, kirli bir aldanış bandajıyla kör ediyorsun kendini. Bakışını hesap sorulmaz sanıp da, hesapsızca bakıyorsan, kendi kendini hiç bulamayacağın talihsiz bir körebe oyunundasın...

Kaçamak bakışlarla avladığın güzellere, senden önce O bakıyor. Nasıl olur da, zaten O'nun var ettiği yüzlere, O'na rağmen, O'ndan habersiz bakıyor olabilirsin? Kendi güzelliklerini ve zindeliklerini sergileyerek var olduğunu sanan edep yoksunları, yokluklarına acındığı için var edildiklerini nasıl görmezden gelirler? Güzel görünmelerine güvenip O'nun gördüğünü görmezden gelen "frikik verme" ustaları ve beden simsarları, kimseler görmezken de, herkesin gözü önündeyken de, herkesin gözünden yittiğinde de kendilerini göreni nasıl bilmezler?

Bir yere gizleneceğini sanma sakın! O'nun görmesini görmemek için baktığın her yüzde O'nun eşsiz görüşü var... O görmese nasıl güzel olurdu güzeller, nasıl güzel görürdü gözler, nasıl güzel görünürdü görünenler..

Haince kaydırdığın bakışlarının pervazında O'nun bakışı nöbet tutuyor. Hayır, hayır... Kırma aynaları boş yere; baktığın her yerde O'na görünen gözlerin önce sana hesap soruyor.

Baktıklarına bak yeniden... Kendi gözlerinin içine bak bir daha...

Görmek ümidiyle yolunu gözlediğin her şey, ancak sana görünür hale gelince değdi gözüne... Gözlerini sana göz göre göre veren, hem gözsüzlüğünü gördü, hem gözsüzlüğünü göremediğini gördü. Gözlerinin göreceklerini gözlerin görmeden önce gördü de gözlerinin önüne koydu. Yoksa, ne ışığa değerdi gözlerin ne de ışık görmene değer güzellere değerdi. Sadece gözlerin değil, ışık bile kör kalırdı; O görmeseydi gözlerin görmediğini.

Hâlâ her şeyi retina dediğin ışığa ve renge duyarlı tabaka sayesinde gördüğün iddiasında mısın?

Işığa duyarlı o yüzeyler sebep sadece... Bahane... O dilerse, gözsüz de görürsün güzelleri: Hiç rüya görmedin mi? O dilerse, ne kadar "açık göz" olsan da, göremezsin güzelliği: Gülleri tekmeleyenleri görmedin mi?

O istemedikçe, gözden hiç kaçmayacakları bile göremezsin!

Peki, kimselere görünmeden yapıp ettiklerinle başlattığın körebe oyununu kazanma ısrarın sürüyor mu hâlâ?

İyi bak gözlerinin içine...

Senin retinan kimsenin retinasına benzemiyor. Biriciksin gözlerinle. Herkesin gözüne değen ışık senin gözüne bambaşka bir açıyla değiyor. Başka görenler gibi değilsin, asla! Demek ki, senin gözünün içine kimsenin gözünün içine bakmadığı gibi bakmış. Sadece bakmış mı? Hâlâ bakmakta. Retinan her an o biricikliğiyle orada. Gözünün bile kör olduğu yerde. Sadece O'nun her an baktığı yerde. Farkında mısın, O şimdi gözlerinin içine yeni/den bakmakta? Sen gözlerini kapatsan da, O gözlerinden bakışını ayırmamakta...
Kimseye göstermeden yaptıklarının kimsesiz kaldıklarına emin misin?

Elindeki kudret sandığın kibir zırhını delecek bir bakışın kâinatta peşin sıra dolaşmadığına nasıl bu kadar güven duyabilirsin?

Seni kimse görmeyi bile aklına getirmezken, seni görmeyi ve göstermeyi uygun bulan Efendinin huzuruna yüzün yerde çıkmaya utanmayacak mısın?

Aklınla bulamadıklarını vahyin sana emanet ettikleriyle bulmaktan uzak durmaya daha ne kadar devam edeceksin?

Boşuna gizlenmeye kalkma... gözleniyorsun!

Gözlerin açık adresidir O'nun görmesinin...

"Gözler onu görmez; O gözleri görür...." [En'am, 103]

Sakın unutma

(İrfan Gürkan Çelebi'ye teşekkürlerimle...)

Senai Demirci


adaşım Ayşegül'e her hafta gönderdiği birbirinden güzel mailler için çok teşekkür ediyorum ben de...

15 Ekim 2010 Cuma

Cumhurbaşkanı Gül Karabük'te

http://bit.ly/ckNerv

twitter mesajlarını hiç aksatmayan sayın "cbabdullahgul" memleketime gitmiş,
"Ayşe Gül de Karabük'te" olsa haber değeri taşımazdı ama bileydim ben de giderdim :)

12 Ekim 2010 Salı

tuhaf!

bu gün hava da güzeldi; ama öğrencilerim "ters" olduğumu söyledi nedense. aslında "farklı" demekti sanırım niyetleri, ama kelime dağarcıklarından çıkamadı.


"birine mi kızdım?"- "hayır"
"birine kötü mü davrandım?"- "hayır"
"birine ters mi baktım?"- "hayır"
"e niye öyle dediniz ki?"- "yüzünüz asık, gülümsemiyorsunuz hiç bugün hocam"


sürekli sevgi kelebeği gibi dolaşmanın zararları. hemen anlıyorlar bir tuhaflık olduğunu, hatta bana inanmayıp başka öğretmenlere soruyorlar (mış) :)


dün akşamdan kalan bir mutsuzluk hali geçmedi gitti.. ağız-kulak arası mesafem yok denecek kadar azdı oysa bi kaç gün öncesinde...
düşünmek de istemiyorum,
üzülmek de..
yaşayıp göreceğiz, her şey olacağına varacak, ben kafama taktığım, suratım asık dolaştığımla kalacağım bi kaç gün..
mutlu olmayacağımı bile bile denemek istemiyorum.
ama mutlu olmayacağımı nasıl biliyorum?!?
ah ne yapsam, işte onu kesinlikle bilmiyorum!

10 Ekim 2010 Pazar

10/10/10

Simetrik tarih takıntılı bir insan olan ben, tabi ki bugün burdayım!
aslında tarih ve saati rezerve edip, gecikmeli yazıyorum çoğu zaman yaptığım gibi.
Bugün nikah memurları fazla mesai yapmışlar. E hatun kişiler haklı, en azından böyle bir tarih olursa "unutmaz" belki evlilik yıldönümünü diye bir umut taşıyorlar. Erkeklerin tarih konusunda bir gayret içinde olduklarını hiç sanmıyorum. Bir gün sonrasında tv'deki bu haber karşısında arkadaşlarla sohbetimiz pek etkili oldu bu sanıda.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25139064/

güzel bir gündü, öğleden sonrasından itibaren, (drink drink drink-walk walk walk-talk talk talk) kayda bu blogda değmez, ama geçen yılın en popüler tarihli 09.09.09'una göre daha mutlu bir gün!

13.13.13'ü bekleyeceğim ben :))

9 Ekim 2010 Cumartesi

bu gün burda cumartesi

FD'nin eski şarkılarını daha çok seviyorum.
bunu mesela:

http://fizy.com/#s/1lxcys

başından sonuna dek çok vurucu söz öbeklerini duyduğunuz anda, gülüp eğleniyor olsanız bile, hüzün yağdırmaya başlar üzerinize. kendisi yazmıştır FD.


daha en başında "bakışların gittiğin yerden uzak, yoksa gelirdim" benzetmesiyle devamında içinizi damla damla yakacağını hissettirir.

"bu gün orda da cumartesi mi, sen de beni, benim kadar özledin mi?"

ne güzel sözlerdir bunlar yahu! giriş, gelişme, sonuç... bütünüyle film tadında fevkalade bir şarkıdır ben bildim bileli. taa sanırım lise yıllarımdan beri. Ayrıca, kanaatimce bu albümdeki (bknz: alev alev, nadas, ..) hissiyat diğerlerine göre daha ağırdır.

bir de "ayrılık bu söyle sendeeee" diye başlayan kısımda çok hoş, çok farklı bir "farklı" deyişi vardır hep dikkatimi çeken.

çok uzatmamıştır şarkıyı FD, öyle defalarca tekrar eden nakaratlar yoktur. girişteki introyu da geçecek olursak nerdeyse 2,30 dk'da anlatmıştır demek istediğini. tebrik etmek gerekir, kimi yıllarca, sayfalarca anlatamazken...


finalinde "gülme incinirim" der, perde kapanır, mesajını iletmiştir ve noktayı koyar. Daha ne desin!

öyle içimden geldi bu gün sabah sabah bu şarkıyı dinleyesim geldi, hala da dinliyorum...

5 Ekim 2010 Salı

frozen registration :)

ingilizce dünyasına yeni kavram getirdim, aferin bana :D
ne düşük bir donma noktasıysa artık! ama çok şükür ki, dilediğim gibi oldu.
şimdiiiiiii, en önemli aşamaya geldik, yani hep göz ardı ettiğim kısım: "Ankara'ya gidiş!"
aklıma kötü kötü şeyler geliyor,
çok kalmıyor, biraz oyalanıyor sonra da gidiyor zaten.
göze alamıyorum, aman boşver diyorum bazen.
bu gün öğrencim içinde bulunduğum, ya da bulunmayı tasavvur etmeye çalıştığım durumu öyle bir imalı (bence) dile getirdi ki!
cep telefonumda çalan Nil'in şarkısının yarım haliyle dillendirişine gülsem mi ağlasam mı bilemedim.
bir tanesini başarsam, daha mutlu olmaz mıyım?
acelem yok, bekliyorum!

30 Eylül 2010 Perşembe

iyi ki varsın dafniam!

"sen uzattığın elini tutmayan ele mi dargınsın, tutmayacak bir ele uzattığın için kendine mi kızgınsın?"

bunu okuyan dafniamın aklına gelmişim, maillemiş bana. canım benim, mutlu ediyor beklenmedik zamanlarda yazdığın bir kaç satır sımsıcak maillerin. çok seviyorum ben seni!

26 Eylül 2010 Pazar

a walk to remember

love is patient, love is kind.
love is not jealous, it does not brag, and it is not proud.
love is not rude, is not selfish, and does not become angry easily.
love does not remember wrongs done against it.
love is not happy with evil, but is happy with truth.
love bears all things, believes all things,
hopes all things, endures all things.
love never fails..


sevgi her zaman sabırlı ve candandır.
asla kıskanç değildir.
sevgi asla kendini beğenmiş ya da kibirli değildir.
asla kaba ve bencil değildir.
saldırgan ve kızgın değildir.
sevgi başka insanların günahlarından zevk almaz..fakat hakikati sever.
her zaman bağışlamaya, güvenmeye, ümit etmeye hazır ve başa gelen herşeye tahammül eder...

20 Eylül 2010 Pazartesi

seni affetmek bile güzel yaa a a a!

http://fizy.com/#s/1l8jm0

ne hoş şarkıymış!
ilk kez bugün dinledim.. sevdiceğin içi ısıtan bir gülümseme gibi, bahar gibi, yaz gibi, güneşli bir günde deniz kıyısından esen rüzgarla içine dolan çiçek kokusu gibi...

19 Eylül 2010 Pazar

2010-2011 eğitim öğretim yılı

geçen yıl olduğu gibi bu yıl da hüzünle başlıyor!..
pembe barbie'li çantam, pembe tokalarım, mavi önlüğüm, en sevdiğim beyaz nakışlı yakalığım, elimden tutan annem babam yok okula giderken.. aslında kimse yok, bir başımayım yine yarın sabah okul yollarında..
25 yaşıma girdim (!) hala kendimi "prenses" sanıyorum!
masallar biteli çok oldu ama tekrarı verilecekmiş ya da devamı çekilecekmiş gibi hala heyecanla bekliyorum...

ama yeni sezonda yine ekrana buğulu bakıyorum.

uzmanlar uyarıyor: "okula başlayacak olan ...bik bik bik..." offf yeter!
bu kez ben uyarıyorum uzmanları! okula başlayacak olan öğretmenlerin de moral motivasyon desteğe ihtiyaçları var..

13 Eylül 2010 Pazartesi

Aşk Şehri


Ne vakte kadar kucaklayacaksın ölü bir sevgiliyi
Öyle bir canı kucakla ki ona bir son olmasın
Baharda doğan hazanda ölür
Aşkın gülbahçesinde nevbahardan medet yok

satın almak konusunda kararsız kalıp, üç kez elime alıp geri koyduğum, her seferinde aynı sayfayı açmam üzerine "bu kitap bana bişey anlatmak istiyor sanırım" dememe sebep olan satırlar..

bu zamana dek okumadığım için hayıflandığım kitapları okuyorum, bu yaşıma kadar öğrenemediklerim için üzülüyor, en azından çok da geç kalmadığım için seviniyorum. Allahım içimdeki öğrenme aşkını hiç söndürme, daha da arttır..

derin bir huzur var içimde, mutluyum... ne olursa olsun...

31 Ağustos 2010 Salı

Sen yağmurlu günlere yakışırsın, yollar çeker, uzak dağlar çeker, uzak evler...

karabük merkezli hareket saatleri haricinde sevmiyorum yolculuk yapmayı. özellikle mola yerlerinde uyanmazsam eğer mutlu oluyorum, uykuya daha bir sıkı sarılıyorum zorunlu haller için yerimden kalkmak istemiyorum...

varış yerlerinde içime kasvet oturuyor...izmir'e giderken de öyleydi, hala da devam ediyor. sadece otobüsün hareket süresince kitap okumak, hatta kitabı bitirmek ve müzik dinlemek beni mutlu ediyor...

yarın yine yolculuk var... otobüsle gitmeyi ve gelmeyi en sevmediğim yere gidiyorum..





"Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma

Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün
Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürse beni unutma...

Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma "


"Dağdaki o karlar ne zaman erirse ben de o zaman vazgececeğim" diye başlayan cümleyi okudum, ah bu pms yüzünden! Düşte bile ayrı kalsan, hiçbir ayrılıkta hoşça kalamıyormuş ya insan, bir de üstüne hep hüzün veriyor bana yolculuklar...

yalnız iftar yapmak da burktu içimi bu gün.. pide 1.5 tl, hurma 10 tl, aileyle beraber iftar yapmak paha biçilemez :))

25 Ağustos 2010 Çarşamba

he's just not that into u!

Kızlara büyürken çok şey öğretilir:

"Bir erkek sana vurursa, senden hoşlanıyordur", "kendi kakülünüzü kesmeye çalışmayın" vs vs..
"Ve bir gün harika bir erkekle tanışıp kendi mutlu sonunu elde edeceksin"


Baktığımız her film, anlatılan her hikaye onu beklememizi söylüyor.

Ve üçüncü hareket:
"Beklenmedik aşk beyanı" (Kuralın istisnası )

Ama bazen mutlu sonumuzu bulmak için çok odaklanmış oluyoruz ve işaretlerin nasıl yorumlanacağını öğrenmiyoruz.

Bizi istemeyenlerden bizi isteyenleri nasıl ayırt edeceğimizi,
Kalacak olanlardan gidecek olanları...

Ve belki de bu mutlu sonda harika bir erkek yoktur.
Belki o sensin!

kendi başına,
parçaları bir araya getirip, yeniden başlayan,

Gelecekte daha iyi bir şey için, kendini boşa çıkaran...

Belki de mutlu son sadece "değişmektir"

Ya da belki mutlu son şudur:

Tüm cevapsız çağrılar ve kırık kalpler yüzünden,
tüm gaflar ve yanlış işaret okumalar yüzünden,
tüm acı ve sıkıntı yüzünden,
asla umudu kaybetmediğini bilmek!

19 Ağustos 2010 Perşembe

yaz yaz yaz

sıcak sıcak sıcak!
at home sweet home, sometimes boring home!

Ramazn-ı şerifi evde geçirmek hoşuma gitmiyor böyle tatsız gibi ama dışarı çıkarsam akşam olmuyor bir türlü..

öte yandan,
6 yıl gecikmiş de olsa gerçekleşen bir ideal... tuhaf, zor ama güzel :))
bunun haricinde pek bir şeye sevinememe, müptela şekilde ceceli dinleme halim devam etmekte.
blog yazmaktan da vazgeçmemi engelleyen tek şey analytics..

şebnemin şarkısından bir cümle takıldı dilime: "her kahraman gibi erken gittin"

bu fotoğrafa bayıldım, etiketinde aklımdan geçenler yazıyordu, çaldım ben de..

10 Ağustos 2010 Salı

10/08/10

hangi düşten düşmüşüm ben?
hangi yoldan savruldum?
hangi filmin başrolünde kahraman oldum?
hangi senle mutluyum ben?
hangi senle kavruldum?
hangi yoldan son çıkışta kaybolup durdum?

kapıların ardından, giren ışık gibi
yollara düşür beni, dönmem geri…
bir günde 6 ziyaret! bu ancak büyük bir özlemi ifade edebilir bence ya da merakı... peki sevgiyi ya da aşkı? hiç sanmıyorum ve ziyaretin sanalını vuslattan saymıyorum...
yarını bekleseydim keşke içim daraldı gece gece, ama içimdeki boşluk da büyümekte diğer yandan... ne yaptım böyle ben?! erzincan...kötünün iyisi...ne dicem yarın?!

3 Ağustos 2010 Salı

i'm a big big girl :(


I'm a big big girl

In a big big world

It's not a big big thing if you leave me


dün itibariyle, tüm varlığımla katıldığım bir tespiti açıklıyorummm: büyümeyi sevmedim!

annelerin "çocuklar büyüdükçe dertleri de büyüyor" cümlesinin ne denli anlamlı olduğunu çeyrek asra ramak kala idrak ettim..

değişim için güven gerekliymiş! atmaya çalıştığım adımlarda yürüteç için geçkin olduğumun farkındayım ama anne şefkati gibi düşerken yakalayacak bir el yokken yanıbaşımda, nasıl ilerleyeceğim bilmiyorum. başkalarına olan güvenim azaldıkça kendime güvenim de erimeye başladı. sıkıldım sıkıldım, koşmak istiyorum, yalın ayak yere basmak istiyorum!

30 Temmuz 2010 Cuma

vicdan azabı :((

böyle olacağını hiç düşünmemiştim...
çok özür dilerim, çok çok çok üzgünüm...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

for 730 days

Gün uzun türküsünü bitirdi
Karlı dağlara yürüdü karanlık
Yalnızlık çekilmez bu vakit,
Delirdi denizde yosun, çayda balık,
Gel artık...
(64, 65th bigger)

12 Temmuz 2010 Pazartesi

10 Temmuz 2010 Cumartesi

gördün mü 25 oldum!

iyi ki doğdum gördün mü 25 oldum!
özgürüm ayaklandım, durmadım kanatlandım
koşup ilerliyorum!

annem " ben seni daha dün doğurdum ne zaman 25 oldun" tepkisiyle karşıladı göz açıp kapayıncaya kadar geçen 24 yıllık yaşamımı.

farklı "1dk 36 sn" geçirdim bu 9 temmuz'da hala anlamlandıramadığım...

canım annem, babam, arkadaşlarım, dostlarım... güzel hediyelerim :))
5 yıl daha seveceğim doğum günlerimi, sonrası meçhul..

Rabbim ömrümü hayırlı, hayırlara vesileli tamamlamayı nasip et.

28 Haziran 2010 Pazartesi

baş eğdim yine aşka; ama bu son saygı duruşu


seni karanlıklara bırakmak istemezdim
anılarımı solmuş çicekle süslemezdim
ardından acıtacak bir tek söz söylemezdim
ben hiç hak etmedim ki böyle unutuluşu



yine şarkılardan...
kısa bi analiz olacak bu kez. hatta analiz de değil öyle kısa bi saçmalamaca..

ilk dinlediğimde çok dikkat etmemiştim ama sonradan beğendim sözlerini.
hatta çok kötü hissettim son satırda...
"ben hiç haketmedim ki böyle unutuluşu"

hep inandığım, dile getirdiğim cümleydi. -herkes hakettiği gibi yaşıyor- şimdi inkar etmek istiyor canım kısmen de olsa...

25 Haziran 2010 Cuma

i love you because i know no other way

i do not love you as if you were salt-rose, or topaz,
or the arrow of carnations the fire shoots off.
i love you as certain dark things are to be loved,
in secret, between the shadow and the soul.

i love you as the plant that never blooms but carries in itself the light of hidden flowers;
thanks to your love a certain solid fragrance,
risen from the earth, lives darkly in my body.

i love you without knowing how, or when, or from where.
i love you straightforwardly, without complexities or pride;
so i love you because i know no other way
i love you without knowing how, or when, or from where.
i love you straightforwardly, without complexities or pride;
so i love you because i know no other way

that this: where i does not exist, nor you,
so close that your hand on my chest is my hand,
so close that your eyes close as i fall asleep.
(Pablo Neruda)

(PATCH ADAMS)

10 Haziran 2010 Perşembe

iyiyim ben, hep aynı şeyler işte...

nisan ayının başında Emre Aydın'ın yeni albümü çıkmıştı. çağrışım yapmalıydı, bi uyarıydı bu!
hatırlamadım, aklıma getirmek istemedim..
geç kalmıştı,
2008'in haziranında bir albüm bekliyordum halbuki...
aradan o kadar zaman geçmişti
Freud'a göre savunma mekanizması, bana göre körlük belki de aptallık...


dalgınlık işte, dinleyemedim seni pek Emre Aydın.....

fevgo'yu gripin daha güzel coverlamıştı. "durma yağmur" daha etkileyiciydi mevsimsel olarak da. nasılsa "beni unutma" emir cümlesini kullanmak gereksizdi. kimsenin beni unutmayacağını sandığım benmerkezci ergenler gibiydim. beni üzen şeyleri görmezden geldim söner nasılsa diye ama bi baktım ki kıvılcımlar sıçramış etrafa. farketmemişim onca zaman.
yandı, yandı, yandı....
12 saat sürdü söndürme çalışmalarım damla damla...




"inan pek yeni bir şey yok"
şarkının 1.45sn-1.50sn arası 5sn bile Emre Aydın'ı sevme sebebi

"bir bitmeyen gece bıraktın
ve üç nokta düşürdün
belli etmedim ben pek, tenhalaştım"


nasıl bir şarkıdır bu!
burdan sonrası Emre Aydın'a hayran kalma sebebi...

"iyiyim ben
hem sen tanırsın beni
ne yapsam ne söylesem
o geç kalmışlık hissi"


zaman mekan hiç farketmez, bu şarkıyı her dinlediğimde ağlayabileceğimi düşünüyorum..



2 Haziran 2010 Çarşamba

Hoşça Kal!

sen öyle sana benzeyen herşey gibi
erirken avuçlarımda ben unutuyorum

hoşçakal olacaklar sensiz olsun
daha durmam boşluklarında
ben unutuyorum

30 Mayıs 2010 Pazar

herkesi unutur da yüreğin beni saklar birtanem!

şarkıyı megaloman hale dönüştürüp söylemeyi seviyorum.. favorilerim arasında: biraz ayrılık biraz hüzün!
diğer şarkım gülşen'den. kendisinden tiksinsem de şarkıyı beğeniyorum:

"Olmayacak bişeydi zaten sen ayrı ben senden ayrı
Kimsenin suçu yok tanrı bile kabul etmedi duaları
Hiç yaşanmamış süsü versem silip detayları
Öğrenecek elbet yürek düşüp yeniden ayaklanmayı
Çok olmayanı, yok saymayı.."

offfff!... of! bugün mideme yumruk yemiş gibiyim yine.
"yüzük alırdık"!!! (nasıl ya?)
"seni seviyorum yetmez mi?" (hayır)
(-yani bildiğin pastane nişanı-) (yuh!)
"kem-küm!"
"ben takıcam" (aferin)

kesinlikle ders çalışmam lazım! 20 gün içinde yapılacak en mantıklı iş!

26 Mayıs 2010 Çarşamba

güneşimden kaç!

kurumuş güller, hanımeli kokusu, acı nescafe tadı, gecenin henüz ürpertisini hissettiğim soğuğu...
kararsızlık, vicdan muharebesi ve muhasebesi, sezen aksu: hoş geldin, m.ceceli: tenlerin seçimi... 23 mayıs..tanımlamaya vakit bulamadım yine.. her yıl olduğu gibi tuhaf bir gün.. yine ilk ve son temalı..



a quote from remember me: "eğer beni duyabilseydin, parmak izlerimizin dokunduğumuz hayatlardan kaybolmadığını söylerdim"

yazmak rahatlatmıyor, içimdekileri dillendirmeye korkuyorum, yol almak istemiyorum, yanlış betimlenme ihtimalimi sevmiyorum... arif olan anlar mı? bilmesini istemiyorum , üzülmesini de...

29 Nisan 2010 Perşembe

much success, no stress, and lots of happiness

now that you are out of my life, i'm so much better
you thought that i'd be weak without ya, but i'm stronger
you thought that i'd be broke without ya, but i'm richer
you thought that i'd be sad without ya, i laugh harder
you thought i wouldn't grow without ya, now i'm wiser
you thought that i'd be helpless without ya,but i'm smarter
you thought that i'd be stressed without ya, but i'm chillin' :))
dertlerimi sayfa sayfa savururken, zaman ne demek adını sende unutmak istiyor muyum emin değilim, ama mutluyum!
hayat biz plan yaparken karşımıza çıkanlar,
bela,şer sandıklarımızın arasındaki hayırlara vesileler...
kim bilir!
ama teşekkürler!

28 Nisan 2010 Çarşamba

just a beautiful liar;))

it's not worth the drama
for a beautiful liar
can't i laugh about it?
it's not worth my time
i can live without 'em
just a beautiful liar ;)

but the answer is simple
he's the one to blame !

25 Nisan 2010 Pazar

unuturum!

unutursun, unutursun,
zaman geçer avunursun
isyan etsen de derinden
hayat tutar ellerinden

önce yaşayamam zannedersin acından
"ben de gidiyorum, kalamam" dersin kahrından
bunun için merhamet dilersin tanrından
duymaz kimse sesini, bıkarlar gözyaşından...

hani geçmeyecek gibi gelir günler
hiç aydınlanmayacak kapkaranlık geceler
kabuslar içinde dilin adını heceler
paylaşamazsın acını, yalnız yaşanır dertler...

sonra bir sabah uyanırsın hayata
bakarsın durmamış dünya; dönüyor etrafında.
anlarsın eskisi gibi olmaz bir daha
ama yepyeni bir güçle sarılırsın hayata

o gün gelir unutursun
(playlist track 35)

14 Nisan 2010 Çarşamba

neredeyse inanmazdım!!!

niye böyle üzüyor ki beni sıradan bi kaç kibar cümle?
niye hatırlatıyor ki...
birden tuhaflaşıyorum, kabul! özellikle saat 12'yi geçtikten sonra.
beklediklerim olmayınca..
ama öyle kırılmaya müsaitim ki!
ceceli dinlemek de yaramıyor zaten.

"inansaydım, yanar mıydım, kalır mıydım savunmasız, çaresiz, çocuk gibi?"

the playlist track 35! seni dinlemek istemiyorum 20 gün sonra!
the playlist track 40! lütfen sen ol dilimdeki şarkı!

10 Nisan 2010 Cumartesi

counting down!

işletim sistemimi yıllardır vista kullanmanın hüznünü atmış durumdayım! yaşasın windows 7!!! ya 2,5 yıldır resmen işkence çekmişim, nasıl sabretmişim şaşıyorum kendime.
neyse artık "fast and hilarious" oldum :))


keşke sınav giriş yerleri de internetten öğrenilse artık. duy sesimi ösym!
neyse merakla beklenen ikinci sınav giriş belgem de geldi. öss'ye girdiğim 2004'ten beri ösym'den gelen bir zarf böyle heyecanlandırmamıştı beni perşembeye kadar..


simetrik tarih hatrına saçmalıyorum, aslında ders çalışmam lazım.
sınavdan bir gün önce çalışma mantığı öğretmen olunca da değişmiyor. yumurta-kapı geleneği..
Allahım sen önce 12.sınıflarıma yardım et, benim netlerimi onlara paylaştır ya Rabbim!

16 Mart 2010 Salı

tatil istiyorum!


yorgunluktan ölmüyorum, başımı kaşımakla birlikte yastığa koyup saatlerce dinlendirebileceğim zamanım da var ama şu fotoğrafı görünce hafta sonu+ cuma haricinde ayrı özel bir tatili nasıl nasıl çekti canım anlatamam. ya bi de oraya müsait bir yere hamak eklersek hayallerimin tatil mekanı diyebilirim heralde. off ya! kurtulur muyum bunalımdan hamakta sallansam :(

yaza çok var ama.. karla bağışık yağmur yağıyor sürekli... kaçmak istiyorum burdan bi iki günlüğüne

8 Mart 2010 Pazartesi

durma yağmur durma...

camın gerisinden seyrediyorum yağmuru..


ıslanmayı sevmiyorum, hava soğukken bir de geçmeyen kuru öksürük...


başa alıp alıp gripin dinliyorum. bayıldım bu şarkıya.


hiç bişey yapasım yok, hiç!


duayı duaya ekliyorum,


bekliyorum...

28 Şubat 2010 Pazar

unutulmuş muydum???

bugün nasıl öyle bir haykırışta bulundum bilmiyorum. telefonun ucundaki annem benim kadar şaşırmadı sanırım. bir an öyle kalakaldım; içim rahatlayacak sanıyordum ama şimdi hiç huzurlu hissetmiyorum kendimi...

bir gün; beni nasıl paslı bir makasla,

nasıl derinden budayıp gittiğini fark ettim...

yeni bir filiz veremeyecek kadar derindi kesip attıkların;

sensizlikle oluşmuş hastalığıma senin bile çare olamayacağını,

benim için artık çok gecikildiğini anladım.

13 Şubat 2010 Cumartesi

ne oluyor bana ya!

sevgili Berna,
seni tanımıyorum henüz, yani cismen.
ancak bugün tarafımdan aşırı şekilde kıskanıldın.
hatta aşırı şekilde de gıcık olundun.
yazmak istedim
haberin olsun
heyheylerim üstümde:))
ayrıca sevgili Hatice,
MSN'de sürekli düşüp tekrar online olup sağ altta fotoğrafınızı sürekli görmekten irrite oldum. tez vakitte internetiniz kesilsin inşallah :P
"irritated" seviyorum bu kelimeyi, lakin tam türkçe karşılığı yok sanırım.
en iyisi uyumak!
internet beni huysuz yapıyor sanırım...

29 Ocak 2010 Cuma

DöN - Mustafa Ceceli

offf ne şarkı !!!
sırf bu şarkıyı en derinden hissetmek, acıyla kıvranmak için, en sevdiceğini bi yere gönderir, sonra acıtasyon yapmak için "repeat track" ayarlayıp bıkmadan usanmadan aynı sözleri tekrarlayarak yatıp kalkıp dinleeer durur insan.. mazoşist bi insan yani...
çok mu ruhsuzlaştım ne?!?
yok yok gerçekten takıldım bu şarkıya, ama neden bilmiyorum. dönecek kimse de yok ki.. yani dönme eyleminin gerçekleşmesi için öncelikle bir "gidiş" olması gerekir, haliyle de onun evvelinde bir "geliş"..
bu bir şarkı analizi olacak, canım çekti.
söylemeden edemicem, rahatsız eden bi yer var beni. şarkının girişindeki yalın çello basıyor sanırım do sesiyle ( ah bak kemanımı özledim akrabasından bahsedince )

hah işte şarkıda dakika:1 gol:1!
tam orası, sanki bilgisayara yeni donanım takmışsın gibi! ne o öyle yaaa!
bi an noluyo ya bilgisayara diye irkildim hatta. hiç hoş gelmedi kulağıma, gerçi 15. dinleyişten sonra alıştım ama.. ı ıh olmamış.. neyse, bu "dınnn dı- dıın dı- dıın dı- dıınnn "sesinden çok puan kırmıyorum Ceceli, olmasın bi daha böyle. gerçi ben seni "unutmadım, unutamam, kara sevdam merak etme; yaşamaksa yaşadım lakin, canımın çoğu kaldı sende" dediğinde sevmiştim ilk kez, onun hatrına affettim hadi, 100! otur yerine, seni hastalığımda sağlığımda tv'de göreyim, güneşin doğduğunu battığını senle izlemeye gerek yok, Allah sahibine bağışlasın :)

Allahımmm 12 gün tatilimi yiyenler beter olsun beni bu hale düşürenler..!
herşeyde bi hayır vardır sabır tiyaminim...!
nerde kaldık?
nakarattaki sözler gayet sıradan ama niye bu denli hoş geliyor anlamadım. Candan abla gibi felsefe yapmamış, Feridun abi gibi kelime oyunları yok, ama Orhan veli şiiri misali hoş bir yalınlık, basitlik var. ve en sevdiğim şekilde nakarat sabırsızlıkla bekletiyor kendini ve ince ince işliyor. çok tekrarlayıp nakaratı sıkmamış da. şarkının ikinci bölümü de farklı dizelerden oluşmuş ve ilkinden daha kısa, sevdiğim şekilde, tekrar aferin.(ama ikinci kısımda sevmediğim bi yer var aşağıda belirttim) vee şarkıya son noktayı da, vokallerinin git gide azalan seslerinden sıyrılan sayın Ceceli yalın sesiyle "yalansız" diyerek koyuyor...


çoğaldı gitgide yokluğun dağ gibi
atılmış üzerine ağ gibi

zaman ilaç değil, yanmaya alıştıran
hepsi sönse de yanan tek bir çerağ gibi
( topraktan ya da metalden yapılan, içinde yağ yakılan kandil veya çıra anlamındaymış. bilmiyordum öğrendim sayende sağol Ceceli, +1 sözcük ekledim dağarcığıma)

kim bilir kaç ilkbahar yaz
sonbahar kış, aylar mevsimler derken
seneler sensiz geçti
büyüdü ağaç oldu çoktan ektiğimiz fidanlar
( bak burayı da sevmedim, "tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana dönmeli yurdumda" şarkısı gibi, gerçi senin suçun yok Sezen abla yazmış)
gölgesinde kaç gün geceyi zor ettim

dön dayanamıyorum artık
dön bu ne çok yalnızlık
çık gel ne olursun apansız
hadi dön, hadi dön, hadi dön yalansız

uzayıp giden yollara kitlenmiş gözlerim
(kitlenmek ne ya öle bi kelime yok, uydurma, canım benim o "kilitlenmek" yapma Sezencim kocaman kadınsın ya, böylesine naif bi şarkıda böyle uyduruk yeni türemiş bi kelime hiç hoş durmuş mu)
tükenmiyor ümit, bir olmazı bekliyorum
bulur mu bulur beni de günün birinde bir mucize
duayı duaya ekliyorum
(pek yakın hissettim kendime burayı sevdim)

dön dayanamıyorum artık...
( i think so Ceceli)


bi şarkı için bu kadar çok laf edilir mi yaa.. ben ederim! :)